Kayıp fariza

Mustafa Özcan

Enver Sedat’ın öldürülmesinden sonra Abdusselam Ferec isimli bir yazarın basılmamış, gizli kitabı çok tartışılmıştı. Kitabın başlığı El Farida el Gaibe, yani “kayıp farz” adını taşıyordu ve günümüzde cihadın kayıp bir farz haline geldiğini savunuyordu.

Bilindiği gibi, Şia’da gaip imam doktrini vardır ve genellikle Mehdi için kullanılır. Burada da Abdusselam Ferec kayıp farzdan bahsetmektedir. Hatta Sedat’ın katlinde ve öldürülmesinde bu kitabın önemli bir rol oynadığı varsayılmaktadır.

Kitapla alakalı çok tartışma oldu ve kitabın tezini reddedenler de, benimseyenler de var. Lâkin Fehmi Şinnavi ‘el Fıkhu’s siyasi’ adlı kitabında ehem mühim tercihi noktasında bu kitabın tezini de tartışıyor. Belki çürütüyor da denebilir.

Gerçekten de kayıp farz, cihad mıdır, yoksa hilafetin ikamesi midir? Fehmi Şinnavi asıl kayıp farzın hilafetin yeniden ikamesi oluğunu, zira Cuma namazı ve Hac ile benzeri sosyal ibadetlerinin ancak onun gölgesinde ve varlığında anlam kazandığını ifade etmektedir.Bu ibadetlerin gerçek anlamına hilafetin gölgesinde kavuşacağını kaydetmektedir.

Cihad da elbette ki önemli bir farzdır; lâkin ilanı meşru otoriteye bağlıdır ve bundan dolayı gerçek otoriteyi kurmadan önce ona bağlı görevlerin ifası hiyerarşik düzeni altüst etmek olur. Bundan dolayı Fehmi Şinnavi, lisanı haliyle meşru otorite ve hilafet olmadan açılacak cihadın arabayı atların önüne koymaya benzeyeceğini ifade ediyor.

Bunun da elbette ki istisnaları var. Gayrimüslimler ve ecnebiler, İslâm yurduna saldırdığında işgali bertaraf etmenin sorumluluğu, merkezi otoriteden bir bütün olarak ümmete ve fertlerine intikal eder. Merkezi otoritenin olup olmaması durumu değiştirmez. Tali bir durum arz eder.

Söz konusu kitabında Fehmi Şinnavi, hilafetin vucubiyetine dair İslâm mezhepleri arasında kayda değer bir farklılık olmadığının altını çiziyor. Bu anlamda, tarihte sadece bir iki şaz görüş olduğunu ihtar etmektedir. Bunlardan birisi Haricilerin Necedat grubudur. Bu grup fitne dönemlerinde hilafetin veya devlet organlarının varlığını vacip görmekle birlikte sulh dönemlerinde lüzumlu saymamaktadır. Bir de tarih içinde yine hilafetin gereksizliğine kail olan isimlerden birisi Mutezile mezhebinden Asam’dır. Lâkin onlar hilafetin ikamesini haram değil, sadece caiz görmüşlerdir.

Günümüzde ise 3 Mart 1924 tarihinde hilafetin kaldırılmasının aşamasında usulu fıkıh ulemasından Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyet-i Şer’iyyesi adlı risalesinde zımni olarak hilafetin tarihselliğini savunmuştur. Halbuki, şayet hadis ilminde yedi tula sahibi (derinleşmiş) olmuş olsaydı, hilafetin tarihsel olmadığını ve aktüel ve güncel olduğunu da görecekti. Zira hadisler, Asr-ı Saadet’ten sonra Peygamberlik metodu üzerine hilafetin bir defa daha yineleneceğini müjdelemektedirler. Zaten ‘Benden sonra hilafet 30 yıldır’ hadisi usûlcülerin tanımıyla ihbari bir hadistir, inşai değildir ve dolayısıyla üzerine hüküm bina edilemez.

Seyyid Bey ve muharriklerini bir yana bırakacak olursak, hilafetin kaldırılmasından sonra Mısırlı Ali Abdurrazık, hilafetin meşruiyetini sorgulayan bir eser kaleme almıştır. El İslâm ve usulu’l hükm kitabı, İslâm’da dünyevi otoriteyi tamamen reddetmiş ve İslâmiyet’i sadece ruhani bir din olarak takdim etmiştir. Alanını ruhaniyetle sınırlandırmıştır. Bunun üzerine bu teziyle alakalı olarak ulemanın sorgulamasına muhatap olmuş ve yetersiz, mesnetsiz, temelsiz tezinden dolayı alimiyet rütbe ve payesi elinden alınmıştır. İslâm’da dinî bir aforoz olmamakla birlikte, ilmiliğinden aforoz edilmiştir. Zaten de daha sonra yaşlılığında bu kitabından teberi etmiştir.

Ali Abdurrazık’tan sonra başka bir bağlamda benzeri bir muamele ile karşılaşan tek Mısırlı akademisyen Nasr Hamid Ebu Zeyd olmuştur. Bu kitabı onun yazıp yazmadığı da şüpheli ve tartışmalıdır. Lâkin kitabın gerisinde Siyonizmin izlerini görmemek ve sürmemek mümkün değildir. İngiltere’de kalmış olduğu dönemde Arnold gibi müsteşriklerden eğitim aldığı gibi, Siyonist eğilimler taşıyan İngiliz Akademisi üyesi D.S. Margoliouth’dan etkilendiği de ileri sürülmektedir. Hatta kitabın gerisinde doğrudan doğruya D.S. Margoliouth’un olduğu da ifade edilmektedir.

Zira İsrail’in kurulması nasıl Osmanlı’nın yıkılmasına bağlı olarak gelişmişse, ilelebet yaşaması ve devamı da Müslümanların dağınıklığına bağlıdır. Hilafet ise bu dağınıklığı bertaraf edecek yegâne bağdır. Dolayısıyla Yahudilerin hilafet teorisiyle ilgilenmemeleri, eşyanın tabiatına aykırı olurdu.

Hilafet tevhidin siyasi yansımasıdır ve Müslümanların merkezi fikriyatıdır. Ortak akıl şura ise siyasi ve merkezi akıl ise hilafettir. Fehmi Şinnavi, hilafeti Müslümanların can yeleği olarak görmekte ve ona tek sığınak olarak bakmaktadır. Hilafetin yokluğu, İslâm dünyası için bir güneş tutulmasıdır. Güneş tutulması da geçici bir kozmik olaydır ve daimi tutulması kıyametin habercisidir.


Mustafa Özcan – Vakit 2010-08-18

www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp